22 Aralık 2012 Cumartesi

" o' vascio "



Napoli macerasının ilk günlerini geçiren bir insanın, şüphesiz daha önce de değindiğim trafik, hasarlı arabalar vs dışında bir şey daha dikkatini çeker. Napoli'nin dar sokaklarında açık bir kapının önüne atılmış sandalyede oturup muhabbet eden insanlar ve sokaklarda oynayan çocuklar. İşin ilginç kısmı hani der gibi oldunuz biliyorum ama işin ilginci o kapıların neredeyse 7/24 açık olması.Çünkü bu evlerde dışarıya açılan kapı dışında evin ışık görebileceği ve havalandırılabileceği herhangi bir yer mevcut değil. İşte Napolitanlar buna " o' vascio" (o' vaşııo) diyorlar. İtalyanca da ise karşılığı "il basso" diye geçer ama tabi İtalyanlar il basso kelimesini bir müzik aleti olan bas için kullandıklarından kelimenin tam anlamını vermez. Türkçe tam karşılığı "alt, aşağı" dır ama tabi kullanıldığı haliyle alt kat daire gibi bir şey diyebiliriz.

"Vascio" lar Napoli'nin farklı bir şehir olmasını sağlayan başlıca etmenlerdendir. Çünkü sürekli olarak sokaklarda yaşayan insanlar birbirlerine o denli bağlıdırlar ki artık tüm mahalle bir aile gibidir. Sokaklarda bağıran insanlar ve Napolitan samimiyeti aslında bu dört duvar arasından sıkışıp kalan duygulardan kaynaklıdır. Buralarda yaşayan insanlar asıl Napolitandır da diyebiliriz bu nedenle. Şimdi efendim bu "vascio" larda oturan insanlar durumu gerçekten kötü olan insanlardır. Zaten düşünün dış kapısı haricinde hiç bir penceresi havalandırması olmayan bir evde nasıl bir insanın oturması beklenir ki? Hemen hemen hiç İtalyanca konuşmazlar her zaman bağırarak napolitanca konuşurlar. Anında tatlıya bağlanan izlemesi oldukça eğlenceli kavgalarıyla da meşhurdur bu "vascio" larla dolu dar sokaklar. Bizim kaba tabirle " mahalle karısı " diye nitelendirdiğimiz, Napolitanların da yine " vascio " dan türettikleri "vasciaola" kelimesiyle adlandırdıkları ablalar mükemmel bir zekanın ürünü fakat ağır derecede cinsel içerikli olduğundan yazmak istemediğim hakaretlerle bir anda saç baş kavgaya girişse de çok sürmeden aynı " vasciaola " ları, sokağı ortalayacak şekilde sokağın bir ucundan öbür ucuna uzanan çamaşır iplerine birlikte güle oynaya çamaşır astıklarını görmek gayet normaldir burada.





Yine küçük çocuklar bu "sistem" in vazgeçilmezi olarak ön plana çıkıyor. Zaten Napoli'de "scugnizzo" lar her zaman, her konuda ufaktan da olsa kendini gösteriyorlar. Genelde sokağı oyunlarının merkezi olarak kullanarak, sokakta şuursuzca top oynayarak, scooter dediğimiz ufak motorsikletlere veya ehliyet gerektirmeyen "la macchina cinquanta" kullanarak dar sokaklarda insanlara dehşet saçarak, bazen de kendinden yaşça hayli büyük birini, birlik olarak gasp ederek...



Vascio'lar büyk oranda şehir merkezlerinde bulunur. Hemen Napoli'nin en işlek cadde ve meydanlarının bir arka sokağı vascio'larla çevrilmiş dar sokaklarla doludur. Bunlardan hiç şüpesiz en ünlüleri Via Toledo ( ya da Napolitanların dediği şekilde Via Roma ) arkasındaki ' Quartieri Spagnoli' ( İspanyol mahallesi ) , bir diğeri ise Corso Umberto'ya paralel olarak uzanan, Piazza Garibaldi'ye kadar devam eden hırsızlık ve gasp gibi olaylarıyla meşhur, Forcella gibi mafya babası mekanı olan bir sokağı da bünyesinde barındıran Via dei Tribunali.




Bizim Napoli'de kaldığımız yurt yine Quartieri Spagnoli'nin de bir kısmını oluşturan Quartieri Montecalvario da "Vico Paradiso" yani "Cennet mahallesi" diye çevirebileceğimiz bir yerdeydi. Yurda gidebilmek için bol bol dar sokak gezer, vascio'lar arasında maceradan maceraya koşardık. Genelde yurda geç saatte geçerdim. 3 defa açık kapıdan çaktırmadan emekler vaziyette kaçarak sokakta tek başına duran bebeği evine teslim etmişliğim vardır. Düşünün saat geceyarısı denebilecek bir saatten bahsediyorum. İlginçliklerle dolu bir yerdir kesinlikle. Ayrıca ne zaman bunalsam Montesanto yanındaki sıra halinde dizili epey bir uzun sokağa gider insanların mutluluklarını görünce ben de mutlu olurdum. Ey gidi ey, yine Napoli özlemim hat safhaya ulaştı en iyisi burada bu konuyu kapatmak. Bu arada birkaç resmi daha sizinle paylaşayım. Öpüldünüz.





Bu da bonus olsun. İtalyancanız varsa şarkının başında "o'vascio" yu tanımlıyor, belki daha iyi anlarsınız :)




6 Aralık 2012 Perşembe

Her Gün 1 Napolitanca Kelime

Yıllar ne de çabuk geçiyor ! Her ne kadar Türkiye'ye dönmüş, Napoli sonrası birçok maceraya daha atılmış olsam da  Napoli günleri dün gibi aklımda... Hatıralar tazeliğini hiç yitirmedi. Nasıl bir memlekettir arkadaş ! İyisiyle kötüsüyle her şekilde sevdim bu şehri. Eminim diğer Napoli sevenler de aynı duygular içindedir. Geçenlerde dayanamadım ve her ne kadar Napolitanca üzerine tecrübelerimi paylaşıp basitleiştirmek istemesem de Faceebok'ta bir grup kurdum.

https://www.facebook.com/napoletanoturco

Grubu kuralı henüz birkaç gün oldu. Her önüme geleni davet etmediğimden çok da takipcisi yok hani ama az olsun öz olsun değil mi? Ayrıca grubu kurarken de bu blog u boşladığımı fark ettim. Tamam Erasmus maceram bitti ama Napoli anıları yazmakla bitmez. En iyisi fırsat buldukça ve akla geldikçe bunları paylaşmak...

Yeni bir başlangıçtan herkese merhaba! :)

8 Nisan 2010 Perşembe

İlk İzlenimler





Evet arkadaşlar.Geçen onca zorlu süreç sonunda nihayet Napoli'ye varmış bulunuyorduk.Fakat sevincin olması gerektiği yerde ufak bir şaşkınlık,büyük bir dumura uğrama söz konusu idi.Neden mi?Arkadaş neden olsun,burann bize gösterilen Avrupa ile yakından uzaktan ilgisi yok.Git Kasımpaşa - Karaköy dolaylarına,gir Taksim'in arka caddelerine sonra otur yaz ne gördün ne işittin.Al sana Napoli'nin fiziksel tanımı.Kesinlikle büyük bir kaos.




Dikkatinizi çekecek olan ilk şey arabalar.Nedeni güzel oldukları falan değil.İstisnasız hepsinde irili -ufaklı çizikler var.Nedeni ise şehir merkezinin tarihi yapısı nedeniyle sokakların dar oluşu ve arabaların hareket halinde oraya buraya sürtmesi.Bir Napolitan araba park ederken veya park ettiği yerden çıkarken görmeniz lazım.Oraya buraya çarpıp çıkmadan arabayı kullanan birisini bulamazsınız.aynı şekilde aynalar da çoğu zaman kırıktır ve de bantlı halde durmaktadır.















Bazılarınız sorabilir.Hemen açıklık getireyim.Arabaların sigortası var.Zaten sigortalatmak zorunlu fakat sigortayı yapan şirket duyduğuma göre mafyanın şirketiymiş.Haliyle gitseniz bile arabayı yaptıracak bi sorumlu bulamıyorsunuz.














Ve yine dar sokaklar ve park sorunu yüzünden scooter,motorsiklet kullanımı çok yaygın.Burda küçük çocukları scooter kullanırken rahatlıkla görebilirsiniz.





Scooter kullananlarla ilgili bir nokta daha var.Kesinlikle dikkatli olmanız gerekiyor.Çünkü genelde kapkaççılar işlerini motorsikler veya scooter kullanarak yapıyor.Aynı zamanda mafya elemanları scooter kullanarak kurbanlarını ulu orta yerlerde vurup kolayca kaçabiliyorlar.İşte bir örnek :






Ayrıca sokağa çıktığınızda gözünüze çarpan ilk şeylerden biri de şehirdeki Afrika ve Hint kökenli göçmenler.Bunlar genelde işportacılık yapıyorlar.Polis gördüklerinde ise toplu halde bi kaçışları var ki görülmeye değer.Ama polis genelde bunlara gözdağı verip geçiyor.Yakalama gibi bir çabada bulunmuyor nedense.Bu arada çoğu illegal yollarla burda kalıyor.Çinli sokak satıcıları da mevcut.Onlar da genelde giysi satıyorlar ama hemen hepsi legal yollarla işlerini yapıyorlar.




Akşam olunca büyük meydanlar ve iş merkezlerinde küçük çocuklar top oynamaya çıkıyor.Veletler cam çerçeve bırakmaksızın vuruyor toplara kimse de çıkıp ne yapıyonuz lan demiyor.Gerçekten çok ilginç.Mesela bugün oturduğum bir cafenin önünde çocuklar top oynuyordu ve her seferinde topları masaların olduğu yere geliyordu.Kimse de gıkını çıkarmıyordu.Biz olsak "Keserim lan topunuzu"diye çıkışırız.Hatta keseriz de...





Neyse arkadaşım gelelim bir diğer konuya.Toplu taşıma araçları.Felaket ötesi bir durumla karşı karşıyasınız.Önce otobüslerden konuşalım.Napoli otobüsleri seyyar fitness merkezleri gibi.Her daim bir savaş alanı.Kapkaççıların favori mekanı.En meşhur olanı Garibaldi-Plebiscito meydanları arasında çalışan R-2.Bizdeki dolmuş sisteminden farksız tıka basa doluşuyor insanlar.Kavga gürültü eksik olmuyor haliyle.Bu arada otobüslerde sık denetim olmadığından insanlar genelde biletsiz biniyor.Ama yakalanırsanız da afları yok.O yüzden bileti alıp basmadan beklemek , tehlike anında basmak en iyisi :)



Metrolar ise fena değil.Ama gece geç saatlerde sadece keşler ve de hangi amaca hizmet ettiği belirsiz göçmenler kullanıyor."Frate!C'e una sigaretta?" sözüyle sık sık karşılaşırsınız ki "Non c'e l'ha" deyin geçin.Göz temasından kaçının ,yabancı olduğunuzu belli etmeyin.Ya da benim gibi etrafa bakışlar atarak tesbih sallayın ne bileyim işte yapın bişeyler ki çökmesinler üstünüze.Bu arada her ne kadar yasak olsada metro istasyonlarında sigara içenler çok fazla.Normal gibi burda bu tür şeyler.Ama güzel bir nokta var metrolarla ilgili.Mesela hemen her istasyonda değişik sanatsal çalışmalar var.Ben pek anlamam ama güzel şeyler bunlar.Bende sadece gideceğim yerin metro istasyonu değil de daha bi havadar bir yere girdiğim izlenimini veriyo o kadar.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Seyahatten Notlar...

Sonunda beklenen gün geldi çattı.İçimdeki heyecan tam anlamıyla doruğa ulaşmıştı.Ufaktan da olsa daha önce hiç gitmediğim,dilini konuşamadığım,tamamen farklı kültürden insanların yaşadığı bir yere gidecek olmak ürkütüyordu beni.Ve tabii ardımda bırakacağım insanların özlemini çekecek olmak,günlük alışkanlıklarımın uzağında kalacak olmak üzmüyor da değildi hani beni.Fakat herkesin elde edemeyeceği bir fırsata sahiptim ve bunu en iyi şekilde değerlendirmeliydim.

Yaptığımız plana göre yolculuğum 4 bölümden oluştu :


21 Eylül Zonguldak - İstanbul Seyahati


Normalde uçak biletini 23 Eylül gününe almıştık.Fakat ben 2 gün öncesinden İstanbul'a gitmeyi tercih ettim.Valizimi tıka basa doldurdum.Ulan şimdi bakıyorum da ne kadar çok gereksiz şey almışım.E tabii yusuf atıyorum ilk zamanlar bişeylere ihtiyacım olur,anlatamam derdimi sap gibi kalırım ortada diye.Hazırlıklar bitti,ev ahalisinde buruk bir sevinç...

Hadi bakalım yolcu yolunda gerek diyerek 21 Eylül sabahı yola koyuldum arkamdan el sallayan annemi,babamı,kardeşimi,akrabalarımı ve arkadaşlarımı geride bırakarak.Fena oldum lan!Otobüs seyir halindeyken etrafa bakınıyorum.Her zaman gördüğüm,her metrekaresini ezbere bildiğim bu şehir,ilk defa bambaşka görünüyordu gözüme.Tam da o sırada Kazım Koyuncu'nun Ayrılık Şarkısı çalmaya başlamasın mı otobüste?Ciddi kanıma dokundu valla!Sözleri de cuk diye oturdu içinde bulunduğum duruma.Peki ağladım mı?Tabii ki hayır."Ne ağlayacam lan 3 gün içinde İtalya'da olucam.Boru mu?" diyerekten avuttum kendimi.

6 saat süren iğrenç ötesi bir yolculuğun ardından İstanbul'a vardım.Teyzemin evine gittim,zıbardım yattım anasını satayım."Leşim çıktı be buradan İtalya'ya nasıl gidecem ben?" demeye bile başladım.Geriye mi dönseydim ne? "Hadi lan ordan!" diye söylendim kendi kendime.Dönüşü yok artık...




23 Eylül İstanbul - Atina Seyahati

İstanbul'da kaldığım süre boyunca bi halt yemedim sayın okuyucu.Tabii sen önceden geldiğimi görünce değişik hayallere kapıldın ama yanıldın.Hee,son kez bi İstiklal gezintisi de yapmadım mı? Yaptım elbet.Tek başıma,sindire sindire gezdim.Bir cafeye oturup bir bira yudumladım.Sonrasında dönüp birkaç eksik belgeyi tamamladım hepsi bu kadar.Eve döndüğümde çoktan akşam olmuştu.Yarın yolculuk vardı.Uyumalıydım ama ne mümkün!Rahat bi 5 saat kıvrandım yatakta sanırım.Sonrasında nasıl olduysa uyuyakalmışım işte.

Ve işte o beklenen an...Sabah 9'da kalktım.Fakat nasıl bir halse o,ne iştah var bünyede ne de derman!Sıkıntılıydım.Heyecandan öldüm ölücem.Zar zor teyzemin yaptığı mercimek çorbasından içtim.Zar zor derken kötü olduğundan değil,heyecanın getirdiği iştahsızlıktan.Şu sıralar ciddi şekilde aramaktayım orası ayrı.Neyse yemeği bitirir bitirmez taksiye atladığım gibi doğru havalimanına...

Saat 11 gibi havalimanındaydım.Diğer arkadaşları beklemeye başladım.Nihayetinde onlar da havalimanına vardılar ve beraber saat 2'deki check-in işlemlerini beklemeye başladık.Saat 2'de check-in işlemlerini hallettik.Sağolsunlar valizimin 5 kilo fazlası olmasına rağmen ekstra bir para talebiyle karşılaşmadım.Ya da unuttular sanırım.Aynı şekilde yanımıza aldığımız çantalarda da bir sorun yaşamadıkve kalkış saatini beklemeye başladık.O anda bir telefon...Ahan da babam!

-Alo.Nerdesin oğlum?

-Havaalanındayız diğer arkadaşlarla beraber.Kalkış saatini bekliyoruz.

-Tamam da hangi giriştesin?

-Ne yapacan baba girişi çıkışı şimdi !?

-Ben de havaalanındayım da...

-!?!

-Alo?

-Hadi canım kafa mı yapıyosun ?!

-Yok ya nerdesin sen tam olarak?

-Nasıl yani ?!...

-Söylesene oğlum?!

-....

-Alooooo!!!

-He baba burdayım 3. girişe gel.


Ve sonrasında bizim peder yanımızda.Harbi orijinal adam he!Sen üşenme kalk gel kaç saatlik yoldan sırf beni uğurlamak için.Süper de oldu hani bi ara kendimi öksüz hissetmiştim.Hem de son kozlarımı oynayıp biraz daha para aldım kendisinden ayıptır söylemesi.İlaç gibi geldi diyebilirim.

Neyse sonrasında gümrükten geçişimizi de yaptıktan sonra free shop alemlerine akmaya karar verdik.Manzara fena halde iç açıcıydı.İçkiler,sigaralar,süper fiyatlar...Dingilliğimden olsa gerek eli boş çıktım o güzellikten.Ulan bilsem bikaç karton sigara alırdım ya neyse!Diğer arkadaşlar alışveriş yaptıktan sonra uçağın kalkacağı perona doğru yola koyulduk.


Saat 16.00.Kalkış vakti geldi sonunda.Uçağa bindiğimizde bende bi ürperti!Daha yeni aklım başıma geldi."Ben ilk defa biniyorum lan uçağa!Nasıl bir histir bu acaba?" dememe kalmadan uçak hareket etmeye başladı.Hafiften 3.5 atmama rağmen hemen sonrasında bu duygu yerini tatlı bir heyecana bıraktı.Uçağın yükselmesi ile beraber aşağıda gördüğüm manzaranın güzelliği aklımı başımdan aldı desem yeridir.Ne bir korku,ne bir hüzün,ne de bir tereddüt kaldı içimde.Kesinlikle tarifsiz bir duyguydu bu!Yaklaşık 1 saat süren yolculuk boyunca bu güzel İstanbul ve sonrasında Ege manzarasının canlı tanıkları olduk.Bütün bir yolculuk boyunca bu manzarayı izledik.Ve tabi uçuş boyunca hizmetimizde bulunan,her türlü fedakarlığı yapan hostes ablaları da...

Uçak Atina'ya varmıştı.Denizin görüntüsü gerçekten muhteşemdi.Tertemiz bir denize sahip Atina.Görünce imrendim gerçekten.Ve uçağımız inceden inişe geçmeye başladı ama o da nesi! Lan kalkarken iyidi de bu uçak iniş ne berbatmış arkadaşım!?Üstüne bi de koduğumun pilotu birkaç kez hava boşluğuna girmesin mi?Ya zaten inişe geçmiş olmak bile adama korku verirken bi de üstüne bu tuzu biberi oldu yani!Ömrümden ömür gitti desem yalan söylemiş olmam.İniş boyunca sımsıkı kapalı olan gözlerimi pilot kabinindeki hostes ablaların alkışlarını duyunca açmaya karar verdim.Evet,nihayetinde sağ salim yere ayak basmıştık,rahatlamıştım ama bu durum pilot abimize ana bacı düz gittiğim gerçeğini değiştirmeyecekti tabi o anda...


23 Eylül Atina - Roma Seyahati


İlk şoku atlattıktan sonra uçaktan indik.Havaalanı girişinde Roma uçağı için aktarmalı biletlerimizi görevliden teslim aldık.İçeriye girip saat 18.25'te kalkacak olan uçağımızı beklemeye başladık.Ama uçağımızın rötar yaptığını öğrendik.Sanırım bu nedenle ekstradan bir yarım saat daha beklemek zorunda kaldık.

Zaman geldiğinde uçağa binmek üzere hareket ettik.Kontrol noktasına geldiğimizde kıl mı kıl görevliler bizleri beklemekteydiler.İstanbul'dan geçerken bir sorun teşkil etmeyen parfümümü iç etti şerefsizler!Neymiş?100 ml'den fazlası yasakmış.Ya arkadaşım ben zaten bunun yarısını kullanmışım neyin derdindesin sen hala?Neyin lafını yapıyosun?Neyse ben bir parfümle durumu ucuz kurtarırken,Nazmi arkadaşım özel aldığı setinden oluyordu ne yazık ki...

Moralimizi bozmamaya çalıştık ve uçağa bindik.19.10'da uçak hareket etti.Bu sefer bir panik havası yoktu bende ama feci bir baş ağrısı vardı bu sefer de.Hemen hemen bütün bir yolculuk boyunca uyudum.Uçağımız Bari semalarında seyrederken uyandım.Yaklaşık 20 dakika sonra Roma'da olacaktık.Akşam karanlığında şehrin ışıklarından oluşan ayrı güzel bir manzara eşlik etti yolculuğumun bu son 20 dakikalık kısmına.Ve sonunda zafer! Ciao İtalia!!!


23 Eylül Roma - Napoli Seyahati





Havaalanına varmamız,bütün bavulları bulup oradan da Roma terminaline geçmemiz saat 10'u bulmuştu.Ciddi bir yorgunluk da baş ağrıma ortak olmuştu şimdi.Aynı zamanda havaalanı ve terminal arasındaki bilete verdiğimiz o 11 Euro!!!İtalya'ya varır varmaz yediğimiz ilk kazıktır kendileri.

Terminale vardığımızda Napoli'ye tren bileti arama telaşına düştük.Fakat son treni de kıl payı kaçırmıştık.Hepimiz yolculuğun getirdiği yorgunluk hissiyle fena halde stresliydik.Ufak tefek tartışmalar sonucunda korsan bir taksiciyle anlaşmaya vardık.4 kşi toplam 320 Euro ödeyerek adımızı Erasmus tarihine altın harflerle yazdırmış olduk kanımca.Mutluyduk,gururluyduk.O yorucu yolculuğun ardından yaklaşık 2 saatlik de Roma - Napoli arası bir taksi yolculuğu daha yapmış olduk.Şöför aslen Mısırlıydı.E hal böyle olunca az biraz Türk - İslam sentezinden oluşan bir muhabbet çevirdik signor Mustafa ile.Muhabbet esnasında 34 plakalı bir tır görmek az da olsa yorgun bünyelerimize neşe katmıştı.İlerleyen zamanlarda ufaktan bir uyku evresi geçirdik.

Para konusunda o kadar laf ettim ama hakkını da vermek lazım adamın.GPS sayesinde o karmakarışık Napoli sokaklarında eliyle koymuş gibi buldu bizim yurdu.Trenle gelmiş olsak kesin rezil olurduk.Hem de gece vakti.İlk izlenim biraz ürkütücüydü.Yurdun olduğu sokak kenar mahalleydi diyebilirim.Ayrıca şu ana kadar gördüğümüz Napoli,gözümüzde canlanan Avrupa hayaliyle uzaktan yakından uyuşmuyordu.Roma'dan Napoli'ye değil de Kasımpaşa ya da Karaköy'e gelmiş gibiydik.Ama yorgunluk ve de şaşkınlığın etkisiyle kimse çok fazla yorum yapamadı.Aklımızdaki tek şey yurda bir an önce yerleşmekti.


Napoli'ye vardığımızda saat çoktan 02.00 olmuştu.Bitkin bir halde yurda girdik ve seyahat macerasını noktalamış olduk.Gebermiştik lan resmen! Pestilimiz çıkmıştı! Odalara yerleşmeden önce öküz irisi güvenlik kişisiyle salonda oturup konuşmaya çalıştık ama ne fayda!Ulan zaten bildiğimiz italyancanın seviyesi belli,bi de sen üzerine Napolitanca konuşursan nasıl anlaşabiliriz ki be adamım,ha!? Tam bir sığır! Günün son sürprizi gibiydi.Çabalarımızın sonuç vermediğini görünce odalarımıza gittik.Ve günü noktaladık.Yatağa varır varmaz uyudum.Evet,uyudum valla...

31 Ocak 2010 Pazar

Merhaba - Ciao!





Herkese merhaba!


Bu sayfada okuyacağınız yazılar,İtalya/Napoli'de Erasmus programıyla öğrenim gören bir öğrencinin İtalya ağırlıklı olmak üzere Avrupa deneyimlerinden oluşmaktadır.


En başından başlayalım öyleyse...

29 Mart hayatımın dönüm noktası oldu diyebilirim.Daha dün gibi hatırlıyorum.Kaldığım otel odasında tek başıma oturmuş,canı sıkılan her Türk genci gibi Flash Tv izlemekteydim.Ve o anda çalan bir telefon...

- Semih,müjdemi isterim oğlum.Sana İtalya yolu gözüktü.Kazanmışsın,sonuçlar açıklanmış.Bir kasa biramızı isteriz.
- Hade lan ordan dalga mı geçiyorsun benle?
- Yok lan vallaha okuldayız biz şimdi inanmazsan gel de kendin gör!

O anda ayakkabımı giyer giymez odadan fırladığımı,sevinç içinde "İtalya'ya gidiyom laaaan ! " nidalarıyla böğürerek,etraftakilere korku saçarak okula doğru koştuğumu hatırlıyorum.


Çok değil 5 dakikadan az bir süre içinde okula varmıştım.Arkadaşlar beni beklemekteydi.Aslında beni değil bir kaç kız keselim havamızı bulalım amacıyla beklemekteydiler ama neyse.Beni görünce "Vay İtalyan gözün aydın.Hadi iyisin!" sözleriyle karşılandım.Ve sonunda kapıya asılmış o enfes tabloyu gördüm.Tam olarak şöyle idi :



"Semih Ömerbay - University of Suor Orsola Benincasa - İtalya / Napoli"


"Ömerbay değil lan benim soyadım Önerbay! Başkası mı lan bu yoksa?!" diyebilirdim o an ama demedim.Gerçi bi ara düşünmedim değil hani.Ama sonuç ortadaydı.Kazanmıştım sonunda İtalya'yı.Artık tamamiyle kendimden geçmiştim.O gün odama gittim ve bütün gün İtalya deneyimim hakkında düşüncelere daldım.


Ertesi gün arkadaşların tebriklerini kabul ederken benden mutlusu yoktu gerçekten de.Milletin yaklaşımı bile değişmişti bir anda :


"Vay İtalyan naber?"

"İgzas! İtalya'nın yolları taştan..."

"Kardeş süper ya keşke ben de gidebilsem."


Bir de diğerleri vardı tabii :


"Lan oğlum sen gidicen ama seni döverler lan İtalya'da."

"Kardeş orada pek karı-kız ortamı yokmuş,Litvanya yazaydın ya!"

gibi sözlerle de uğraşmak zorunda kaldım.Ama yılmadım.Bir sonraki durak İtalya idi.



Ve artık yapmam gereken tek şey Eylül'ün gelmesini beklemekti...